Prof.Dr. Osman Çakmak Maarif Platformu Başkanı ve Türkiye Âile Meclisi Başkan Yardımcısı: Eğitimin kiblesini Bâtıldan batıdan çevirmeli ve darbe dayatması müfredatı ıslah etmeliyiz.
Milli Eğitim Bakanı sayın Yusuf Tekin, İbni Haldun Üniversitesi 2023 – 2024 Akademik Yılı Açılış Töreni’ndeki sözleri ile Milli Eğitimde yeni bir çağın başlangıcında olduğumuzun müjdesini vermektedir:
“Milli bir maarif bilinciyle kendi eğitim modelimizi üretmenin vakti geldi.” Bakan Tekin, “Bizim modelimiz hem insani var oluşumuzun evrensel doğasına uygun, hem de ait olduğumuz geleneğin ve medeniyetin temel karakteristiğini taşıyan milli bir içerikle şekillenecektir.”
Siz ne düşünürsünüz bilmem ama, bana göre bu söz, maarif dünyamızda gerçek çözüm yoluna işaret ediyor ve Milli Eğitim tarihinde en önemli bir çıkışın ifadesi olmaktadır.
Gazze direnişi tüm dünyada bir zihinsel dönüşüme sebep oluyor. Bu dönüşüm eşiğinde Türkiye rolünü geç kalmadan idrak edip harekete geçmesi gerekir. Türkiye’den beklenen hareket Batının prangalarından bir an önce kurtulması ve tarihten gelen mirasına sahip çıkmasıdır.
Batı medeniyetinin cilalı ve boyalı yüzünün öne çıkarılması taklitçi yapıdan çıkarak kendi yolumuzu bulmayı engelliyordu. Küresel güç, “Yahudi Sermayesi” eliyle insanları duygusuz hale getirmek için müzik, sanat ve spor sektörünü kullandı. Uyutmak içinse medya film sektörünü devreye soktu. Kitlesel olarak tamamen mankurtlaştırmak için eğitim sistemine yatırım yapmaktadır.
Batıya imrenen ve imrendiren eğitim tarzı gençliğimizi ve geleceğimizi tehdit etmektedir. Eğitimin Batı değerleri üzerine temellendirilmiş olması hayatı doğru yaşamamızın önündeki en büyük engel olarak duruyor.
Batıdan ithal eğitim, kültür ve medya- film kendi değerlerine yabancı, kimliksiz, aşağılık kompleksi ile malul insanlar ortaya çıkardı. Gençlikteki yoğun ‘kibir sendromunu’ ile aklı ve basireti kör eden bir ‘ego zehirlenmesini’, saçma ve anlamsız bir şatafat merakını, nahoş ve gereksiz bir lüks ve konfor tutkusunu nasıl açıklayabiliriz? Abartılı, ışıltılı, ambalajlı bir gösteriş tutkunluğu, hayatımızın her alanında, her etkinlikte, her evde, her düğünde, her doğum ve ölümde, almış başına gitmişse bunu ancak kimliksizleştiren eğitim ve medya işbirliğinin tahribatı ile açıklayabiliriz.
Önümüzde bir enkaz bulunmaktadır. Medya ve film sektörü ile uyutulan neslimizi nasıl uyandıracağız?
Gençlere “ithal” ideolojiye dayalı bilgi/bilim okutarak “yerli” düşünmesini, memlekete faydalı olmasını sağlamak mümkün olmadı.
Hulasa, Batının vahşi ve kirli yüzünün Gazze olayı ile açık bir şekilde ortaya çıkması, yüzümüzü Batıdan kendi tarih ve kültürünüze döndürme imkanı vermektedir. İnanç kodlarınızdan doğan ve kendi medeniyet iddialarımız, ruhumuz ve dinamiklerimiz ekseninde işleyen bir eğitim modelini ayağa kaldırmak zorundayız. Aksi takdirde kültür ve eğitim dünyamız, müstemlekecilere hizmet eden, celladına âşık kafalar yetiştirmeye devam edecektir.
İşe Nereden Başlamak Lazım?
Umuyor ve ümit ediyoruz ki kendi değerlerimizden beslenen, üretken ve inşa edici bir eğitim sistemi kurmak için çalışmalar vakit geçirmeden başlatılmış olsun.
İlk yapılması gerekenlerden birisi eğitim sisteminin tek bir merkezden ve tekelci bir anlayıştan kurtarılmasıdır. Devlet tekelinde müfredatcı anlayışta ısrar edenlere hemen şunu hatırlatmak isteriz ki, merkeziyetçi müfredat yapısı aracı amaç haline getiriyor. Bu yüzden okullarda “bilgi aktarma” sınavcı metotlar tek çıkar yol haline geliyor.
İlkokullarda bile ders konularının muhtevası anne – babaya, öğrenciye hatta öğretmene ve okula rağmen belirleniyor. Bölge ihtiyaçları dikkate alınmıyor; hatta köyde oturanla şehirde oturanlara aynı müfredat dayatılıyor. Esnekliğe ve farklılığa izin verilmediğinden, bu müfredat dünyada yaygınlaşan ev okulu modelinin de önünde engel olarak duruyor. Halkına güvenmeyen, hatta onu aşağılayan ve doğruyu elinde tuttuğuna ve halkı zorla aydınlatacağına inanan bir müfredat uygulaması bu.
Tüm ülkenin gençlerinin ihtiyaçları, kapasiteleri aynı değildir. 80 milyonluk bir ülkeye tek bir müfredat uygulaması herkese tek tip elbise giydirmek demektir. Bu kadar geniş ve bu kadar farklı sosyal ve kültürel ve coğrafi katmanların olduğu bir ülkeye tek bir müfredatın dayatılmasının makul bir açıklaması yoktur. O yüzden tek bir müfredat değil, çeşit çeşit, bölgelere ve şartlara/durumlara göre farklılaşan müfredatlara ihtiyacımız vardır.
Çeşitli eğitim gönüllüsü STK’lar tarafından geliştirilen yerli ve milli modeller”, halka ait potansiyeller, gönüllü çalışmalar eğitime yansıtılamıyorsa, sebebi “müfredat tekelidir.” Bir kısım çevrelerce “değerler eğitimi “adı altında verdiği gönüllü hizmetlerin bile “tarikatçı ve cemaatçi” yaftaları ile önü kesilmek istemektedir. Halbuki bazı “çevrelerin” yaftaladığı ve küçümsediği STK’lar ve gönüllü kuruluşlar, devlet tehlikede, halk sıkıntıda iken en önde koşanlar onlar oldu. 15 Temmuz’da, Güneydoğu depreminde en önde onlar vardı. Gazze direnişi ile bu malum çevrelerin kimlerden yana oldukları daha iyi belli oldu ve maskeleri sıyrıldı.
O yüzden Bakanlık bunların boş çığırtkanlıklarını dikkate almamalıdır. Bu çevrelerin ölesiye tevhidi tedrisatı savunmaları ve müfredat tekelinin arkalarında durmaları boşuna değildir.
Bu çevrelerin öne sürdüğü evrensel ilkeler, tarafsız olmak gibi kavramlar, Batılıların dünyayı yönetmek ve diğer insanları kendi hükümleri altına almak için uydurduğu kavramlardır. Tarafsız ve evrensel olmak, etik olmak Batılılara alan açmaktır. Maarifin, tarihin ve edebiyatın tarafı vardır. Hatta fen bilimlerinin de. Bilimler size dininizi, kültürünüzü ve değerlerinizi öğrenmeye yardımcı olmalıdır. Size ülkenizde meslek kazandırmalı; ekmek ve iş kapısı olmalıdır. Özgün olduktan sonra özgür olabilirsiniz. Ben olmadan biz olmanın yolu açılmıyor.
Zorunlu eğitim ve okul öncesi eğitim bir sömürgeleştirme eğitimidir. Okul sürelerini uzatmanın altında başka art niyetler vardır. Test bilgisi ile ahlak ve kültür ve medeniyet değerleri veremiyorsunuz. En büyük yanılgı ve uyutma “başarı” ile yapılıyor. Başarı sınavla özdeş hale getirilince sınav çocukların ve gençlerin dünyasını karartan bir bela halini almaktadır. Sınav ve başarı diyerek yarıştan düşen öğrencilerin sessiz utancını kimse görmek istemiyor.
Öğrenciyi dört duvar arasına hapsederek aldığı notu başarı zannederek öğreteceğiniz şey, ezberledikleri ile sahte bir benliğe ve bildikleri ile kendisine güvenini kaybetmesidir. Meslek alanlarını, laboratuvarı, atölyeyi, ibadethaneyi, hastaneyi, müzeyi, tabiatı doğal öğrenme mekânı kabul eden bir anlayışla ancak gerçek sorumluluğu ve sevgiyi aşılayabiliriz.
Öğrenci hastalığı, doğumu, ibadeti, ustanın terlemesini ilk elden görmelidir. Olayları gündelik hayattan örnekler üzerinden ele almalıdır. Orada değişik meslek erbabı insanlarla bir araya gelmelidir. Aksi halde başarıyı hedef göstererek çocuklarımızı “doldurulacak kap” olarak görüp test başarıcısı çocuklar haline getirmek onları birer yarış atına döndürmektedir.
Eğitimde hatanın büyüğü; gençlerimize helal-haram, meşru-gayrimeşru, günah-sevap ölçüsünün rafa kaldırılmasıdır. Skora, puana ve istatistik değerlere indirgenmesidir. Sonunda neye göre hareket edeceğini bilmeyen gençler, freni tutmayan araba gibi oraya buraya çarpıyor.
Testle ve sınavla “kuzu kuzu” yetişen ve yanlışa yanlış diyemeyen, kendine ne sunuluyorsa, filtresiz almak zorunda kalan nesil yetişmektedir. Aç ağzını yum gözünü… Ne gelirse al içine.
Ders kitapları vasıtasıyla kendisini küçümseyen, dünyada başka bir müfredat göremezsiniz. Biz, tarih kitaplarımız vasıtasıyla kendi kendimizi aşağılıyoruz. Onun için aşağılık kompleksi ile malûl neslimiz büyük düşünmeyi bilmiyor, geçmişin mirasından haberimiz yok.
Düğün, dernek, toplantı, tatil, insanlar arası ilişkiler, sosyal davranışlarımız, arkadaşlık ve aile ilişkileri ve daha sayamayacağımız kadar davranışlarımız ve hareket tarzlarımız taklitte kalıyorsa sebebi budur: Kendi eğitim modelimizin değil, sömürü eğitim modelinin hâkim olmasıdır.
Hulasa kendi tarih ve değerlerimizden beslenen, eğitimin medeniyet yürüyüşü halini aldığı; ahlak-değer boyutuna kavuşturan kendi modelimizi hayata geçirmek zorundayız. Çünkü mevcut müfredat çoğunluk itibarı ile bu toprakların ruhuna, dünyasına, ruh köklerine ve ruh iklimine yabancılaşmış, gerçek dışı bilgilerle doldurulmuş bulunuyor.
Çözüm Yolu
Hemen kısaca cevap verelim. Eğitimde kimlik problemi var. Öğrenci okula niçin gittiğini bilmiyor. Eğitime vizyon ve misyon kazandırmış değiliz.
Bir ülke evladı düşünün ki, 12 yıl okuyor ardından 4 yıl üniversite daha okuyor, yani hayatının 16 yılını eğitime ayırıyor. 16 yıl boyunca aile bunca masrafa giriyor. Haftanın 5 günü okula gidiyor, yazıyor ve çiziyor. Bu 16 yılın sonunda bu kişi, mesleğini doğru dürüst öğrenemiyor. Mezun olunca da iş bulamıyorsa, ortada süregiden çok büyük yanlışlıklar var demektir.
Yeni eğitim programı ve müfredatı, ülkemizin eğitime bakış açısını ortaya koymalı. Aynı zamanda zihniyetini, nasıl bir fert ve toplum istediğinin yol haritasını da göstermelidir.
Kendi modellerimizi ortaya koymak için bize lazım olan şey, her bilimsel ifadenin, eğitime dair her metodun kendi kültürümüzün çocuğu halini alacak çalışmaların yapılmasıdır.
Öncelikle kendi gerçek tarihimiz doğru yazılmalı. Ders kitapları bilimsel muhtevaya kavuşturulmalı, bizim öz kültürümüzü ve medeniyetimizi öğretmeli. Kitaplar sahanın en üst otoriteleri tarafından yazılmalı.
Eğitimde dayanak noktalarımız bir bir ortaya konmalı. Yeni bir program yapılmalı. Program fert ve toplum için öncelikleri ve değerler sistematiği teklif etmelidir. Sonra, bu teklifin hayat bulması için en etkili araçları ve yöntemleri de belirlemelidir.
Gelecekte ülkenin yönetiminin devredileceği yeni nesillerin, okul ortamında ve öğretmen rehberliğinde sağlam, özgün kimlik ve kişilik inşa etmeleri için en uygun iklimin oluşumunu da ihtiva etmelidir.
Ders kitapları ve müfredat muhtevası, bu anlamda yeniden ele alınmalıdır.
Okullardaki Acil Eksiklik
İhtiyacımız olan şey okulların uygulama ile tanışması ve mutlaka kontenjanların ülke ihtiyacına göre belirlenmesidir. Lise eğitimi, meslek eğitimi ve üniversite problemleri bağımsız olarak değil bütün halinde birlikte ele alınmalıdır. Aksi halde resmin bütünü görülememektedir. Üniversite eğitimi ve mesleki eğitimi birlikte ele almayan orta öğretim meselesi hep çıkmaza girmiştir.
Ecdat önce mesleki eğitim demiş… Her meslek kurumunu bir eğitim kurumu gibi çalıştırmış. Meslek eğitimi aynı zamanda bir ahlak eğitimi olarak ele alınmış. Ahlak ve meslek konusu birlikte ele alınmış.
Geleceğin kökleri mazide aranmalıdır. Gelenekten ve tarihten kopuk model arayışları her zaman çıkmaza girmeye mahkumdur.
Diploma fabrikaları haline gelen üniversiteler nedeniyle, buradan mezun olan gençlerin ve ailelerin beklentileri yükseliyor. Bu mezunlar ara iş gücüne talip olmuyor. Hâlbuki bir üniversite mezununa karşılık piyasada en az beş on kat insan gücüne ihtiyaç var. En yüksek işsizlik oranının üniversite mezunları arasında olmasına bakarsak plansız yükseköğretim SOS veriyor.
Öncelikle yapmamız gereken mesleki eğitimi sadece Milli Eğitim Bakanlığının işi olmaktan çıkarmak olacaktır. İlgili esnaf teşkilatları, meslek odaları mesleki eğitimin içine dâhil olmalı. Hatta her kurum, firma kendi ihtiyaçlarına göre kendi mesleki okulları açsınlar… Müfredatlarını büyük ölçüde kendileri belirlesinler.
Böyle bir yapılanma içine girdiğimizde “devlet kapısı” “maişet ve menfaat kapısı” olmaktan çıkacaktır.
Ders Kitapları
Medeniyet ve topyekûn değerlerin iflası sürecini yaşıyoruz. Garp taklidi özentisi ile gençlerimizin geldiği durum ortada. Memleketimizde genç ruhlara sunulan her şey, program, kitap, metot, hepsi de Batı’nın sömürge ülkeleri için tasarladıklarını aktardığından, çocuklar ve gençler kendimize ait bir şey bulunmadığına inanmaya başlıyorlar. Güvenleri gelişmiyor.
Ruha vüsat ve düşünce dünyasını kanatlandıracak, bilimsel değere haiz tarih, sosyoloji, felsefe, fen ve hatta sanat derslerini hayata geçirecek planlar yapılmalı. Eğitime ruh verecek ve öğrenciye ideal ve şahsiyet kazandıracak öğretmenleri yetiştirecek bir vizyon ortaya konmalıdır.
Eğitim ağacının çürük meyveleri ortada. Bu dönüşüm yapılmadığı takdirde mevcut müfredat çağdaşlaşma / uygarlaşma kılıfı altında sürdürdüğü sömürgeci yapısı ile kafaları teslim almaya devam edecektir. İhtiyaç duyduğumuz şey, ders kitapları ve müfredatın, öğrencilerde büyük çoğunlukla kimlik bunalımına ve aşağılık kompleksine yol açan, Batı’da çoktan terk edilen seküler hurafelerin empoze etme işlemine son verilmesidir.
Hâlihazırda dünyeviliğe ve ateizme alet olan ders kitaplarının dilinin ıslahı ile işe başlamalıyız. Bilimi materyalizmin malı olmaktan kurtaracak çabalar içine girmeliyiz. Ders kitapları hakikatin ve hikmetin sesi halini almalı. Bilim, kültürümüzün medeniyetimizin, dinimizin hizmetinde olmalı.
Eğitim Medeniyet Projesi Halini Almalı.
Medeniyet kendi tekniğini üretir. Kendi metafiziğimize ait teknik üretimine geçmek zorundayız. Teknik kendi kültürümüzden doğmalıdır. Bilimde ve eğitimde ancak kendi referans sistemlerimizle ayağa kalkabiliriz.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Mahur Beste isimli eserinde bu ifadeler geçer: “Oğlum Behçet, ‘Sen bir medeniyetin iflası nedir, bilir misin?’ dedi. İnsan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insanı insan yapan manevi kıymetler manzumesidir. Anlıyor musun şimdi derdin büyüklüğünü… Cahilsin, okur öğrenirsin. Gerisin, ilerlersin. Adam yok, yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok, kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur…”
Garb’ın taklidi ile bir yere varamayız. Varamadık ta.
Nurettin Topçu merhum “Felsefesi olmayan milletin mektebi olmaz” demişti.
Yavuz Bülent Bakiler’in dizelerinde ifade ettiği gibi, bize ait ruh, duruş ve asaleti özlüyoruz.
“Kılığın kıyafetin sarmadı beni
Söylediğin türküler bizim türkümüz değil
Başka çeşmelerden doldurmuşsun tasını
Yüreğinde nakış yok, acı yok bizden”
Bin yıldır medreseler, mektepler âlim, arif, hakim insanlar yetiştirmiş. Bilimin kurucuları buralardan çıkmış.
Medeniyet iddialarımıza, medeniyet dinamiklerimize dikkatleri çevirecek bir yol sunulmalı.
Kendi değerlerimizden beslenen üretken ve inşa edici bir eğitim sistemi kurmak için kolları sıvamalıyız. İhtiyaç duyduğumuz eğitim sistemi bize hem İslâm ve insan düşüncesini iyi öğretecek, hem de başka dünyalara, düşüncelere, medeniyetlere açılmamıza imkân tanıyacak derinlikte ve vüsatta olmalıdır.
Öyle bir eğitim sistemi hazırlayalım ki ruh köklerimizden beslensin, dünyaya yeniden çaplı adamlar ve çığır açıcı fikir, sanat ve ahlâk akımları armağan etsin. Ünlü üstelik yine batılı bir eğitim filozofu John Dewey’in de dediği gibi, Batı’daki üniversitelerin kurulmasında birinci derecede rol oynayan medrese sistemini güncellememiz gerekiyor. Çocuklarımıza kendini ve kimliğini öğretecek, özgüven ve kimlik verecek şekilde bu eğitim modeli üzerinde kafa yormak zorundayız.
Prof.Dr. Osman Çakmak
Maarif Platformu Başkanı ve Türkiye Âile Meclisi Genel Başkan Yardımcısı