Yakın tarihimizdeki bazı şahıs ve hadiseleri soğukkanlılıkla, akl-ı selimi kaybetmeden tartışmak neden bu kadar zor?
Oysa tarih hepimizin tarihi.
Diyarbakır’da bir bulvara isminin verilmesinden dolayı patlak veren ‘Şeyh Said haindi, değildi’ tartışması en az ‘Sultan Vahdettin hain miydi, kahraman mıydı?’ tartışması kadar gereksiz.
Bunlar tarihe şöyle veya böyle mal olmuş şahsiyetler. Sevenleri kadar nefret edenleri de olabilir. Lakin Türkiye’de Kemalistler denilen bir kesim var ki, kendi sevmedikleri veya sevdiklerinin zorunlu olarak kabul edilmesini yalnızca istemiyor, adeta millete Olimpos dağından buyurmak istiyor. Bunun için de “tarihe emretmek” gibi akıl ve bilim dışı bir baskı yöntemine başvuruyorlar.
Oysa sevme ve sevmeme hakkı onlara mahsus değil ki. Bir millet içinde farklı görüşler, kesimler, çıkar çevreleri vb.nin olması demokratik millet olmanın en tabii tezahürüdür. Bunun aksi ancak diktatörlüklerde görülür ki, bizdeki Kemalistlerin en çok arzuladıkları şey, kendilerine milleti yeniden dizayn etme fırsatını tanıyacak bir diktatörlüktür. Nitekim 27 Mayıs darbesi gibi ellerine fırsat geçtiğinde bu dayatmaları nasıl uyguladıklarını anlatmama gerek yok.
Şeyh Said hadisesinin böylesine ateşîn bir tartışmaya yol açması –yakınlardaki Vahdettin tartışması gibi- bir taraftan iyi oldu, zira bu sayede yakın tarih yeniden gündeme geldi. Bu hararetli tartışma vesilesiyle bazı unutturulan gerçeklerin üzerini örten küller bir miktar savrulmuş oldu.
Biz de küller altındaki tarihe bir el feneri tutalım mı?
Şeyh Said’in torunlarından Abdülilah Fırat beyin 3 ciltten meydana gelen tetkik mahsulü Şeyh Said Efendi adlı kitabı Şeyh Said’in hem hayatını, hem de ilmî ve tasavvufî anlayışı ile 1925’te vuku bulan “hareket”ini ailenin elindeki belgeler ve o devri idrak etmişlerden sözlü tanıklıklar şeklinde aktaran fevkalade değerli bir çalışma.
Ne yazık ki, 2022 yılında Avesta Yayınları tarafından neşredilen kitabın üzerinde şu tartışma sırasında bile durulmadı. Ülkemizdeki kültür seviyesinin hal-i pür melali bir kere daha üzücü çehresini gösterdi. Hain diyen de kahraman diyen de bir ilmî müktesebata binaen konuşmuyor. Sloganlar kaplamış dört bir yanımızı velhasıl.
Kitap kendi başına ele alınmayı hak etmekle birlikte onu geniş bir zamana bırakarak, içerisinde yer alan sözlü kaynaklara dayalı bir bilgiyi paylaşmak istiyorum sizinle.
Abdülilah Bey’in kitabının 2. cildinde verdiği bilgilere göre Mustafa Kemal 2. Ordu Komutanı olarak, 1917 yılında Diyarbakır’da, bugün Atatürk Köşkü adıyla bilinen Sem’am Köşkü’nde kalmaktadır. Cuma günleri Diyarbakır Ulucamii’ne törenle gelmekte, konuşmalarında dinî argümanları bolca kullanmaktadır.
Kürt reis ve şeyhleriyle yakın ilişkiler kuran Mustafa Kemal Paşa, Diyarbakır’da bir Kürt kulübünün, bağımsız Kürdistan kurma girişimleri karşısında, yörenin ileri gelenleriyle bir toplantı yapmak istemiş, danıştığı kişiler kendisine mutlaka Şeyh Said ile görüşmesini tavsiye etmiş.
Abdülilah bey bu ilginç bilgileri kendisine Liceli Hacı Osman Efendi’nin anlattığını söyler ki, 20’li yaşlarındayken Şeyh Said’in maiyetinde bulunmaktadır ve görüşme hadisesini bizzat şahit olmuştur, yani birinci el kaynaktır.
Mustafa Kemal görüşmede, kendisine yetki verilirse, Rumeli’nin elden çıkmasıyla yıkılmaya yüz tutan Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra Türk ve Kürtlerin birlikteliğiyle yeni bir devletin filizlenmesiyle, bölge insanı için hayırlı hizmetler yapmaya hazır olduğunu ve bu hareketin başına geçmek istediğini söylemiş.
Şeyh Said ise bunu reddetmiş.
İki gerekçeyle.
1) Coğrafyamızdaki insanlar Hilafete ve İstanbul’a bağlıdır. “Osmanlıyı bu duruma düşüren İttihatçılardır. Sultan Abdülhamid olsaydı Rumeli gitmezdi. Rumeli’nin hesabını ilk başta Sultan Abdülhamid’i tahttan indirenlerden sormak lazım.”
2) Anadolu coğrafyasının tamamı da Hilafet ile Osmanlıya bağlıdır. Hilafet makamı ilga olursa her millet kendi yoluna gider. Hilafetle İslam ittifakını mutlaka sağlamanız lazım.
Mustafa Kemal bu sözler üzerine kimsenin hanedana bağlılığı kalmadığını söyler. Şeyh Said cevaben hanedan putperestliği yapmadığını, ama Hilafetin bu hanedan olmaz, başka bir hanedan olur, mutlaka muhafaza olunmasını söyler. “Aksi halde” der, “Hilafet kalkarsa Kürtlerin Türklerle bağı kesilir, ümmet anarşiye duçar olur.”
“Kürtler Türklerden koparılmayı kabul etmez” diyen Şeyh Said, Hilafeti muhafaza ederek düşmanlarımızın esareti altına girmemenin ve birlik ve beraberliğimizi muhafaza etmenin şart olduğunu söyler.
Bunun üzerine aralarında büyük bir tartışma çıkar ve ayrılırlar.
Devamını merak ettiğinizi biliyorum ama kitaptan okumanızı tavsiye ediyorum, çünkü yerim bitti.
Tarih böyle küllenmiş nice hadiseyle dolu, görene tabii.