web analytics

Rojin Kabaiş Dosyasına Hukuki Bir Değerlendirme

Yayınlama: 17.10.2025
A+
A-
2020 yılında Çukurova Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Avukat Nupel Dicle Oyur, 2021’de Diyarbakır Barosu’na bağlı olarak Ceza, İş ve Aile Hukuku gibi alanlarda avukatlık yapmaya başlamıştır. Çözüm odaklı yaklaşımıyla müvekkillerine en iyi hukuki desteği sağlamaktadır. Sanata olan ilgisiyle tiyatro deneyimini mesleğine entegre eden Oyur, hukuku insani bir bakış açısıyla sunmaktadır. Toplumsal sorumluluk bilinciyle gönüllü davalarda yer alan ve insan hakları savunuculuğu yapan Oyur, hukuki bilgilerini Gazetemizdeki yazılarında paylaşarak adalete erişimi kolaylaştırmayı hedeflemektedir. Hem mesleki yetkinliği hem de sanata olan ilgisiyle dikkat çeken Oyur, yazılarıyla adalet sistemine ışık tutmaya devam edecektir.

Rojin Kabaiş Vakası: Deliller, Gecikmeler ve Hukukun Suskunluğu

“Bir ölümün nedeni belirsiz kaldığında, hukuk susmamalıdır.”

Van Gölü’nün kıyısına vuran dalgalar, bu kez bir genç kadının sessizliğini kıyılara taşıdı.
Rojin Kabaiş… Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Çocuk Gelişimi bölümü öğrencisiydi. 27 Eylül 2024 günü “sahile çakıl taşı toplamaya gidiyorum” diyerek yurttan çıktı ve bir daha geri dönmedi. On sekiz gün sonra da genç kızın cansız bedeni bulundu.

Rojin’den geriye yalnızca ailesinin çığlığı ve bir dosya dolusu belirsizlik kaldı. Rojin Kabaiş’in ölümü, yalnızca genç bir kadının trajedisi değil; delil zincirindeki zayıflık, adli süreçteki gecikme ve kamuoyundan saklanan bilgilerle örülü bir hukuk vakası olarak Türkiye’nin önünde duruyor. Soruşturmanın her aşamasında aynı soru yankılanıyor: Gerçek neden neden hâlâ açıklanamadı?

I. KAYBOLUŞ VE BULUNUŞ ARASINDAKİ 18 GÜNLÜK BELİRSİZLİK

27 Eylül 2024 sabahı, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü öğrencisi Rojin Kabaiş, her zamanki sakinliğiyle yurttan çıktı. Yanında yalnızca çantasını aldı. Arkadaşlarına, “sahile taş toplamaya gidiyorum” dedi. Bu cümle, onun kayıtlara geçen son sözü oldu. Ne telefon sinyali kaldı, ne kamera izi. Rojin, Van’ın kıyısında buharlaşmış gibiydi.

Ailesi, o günün akşamı polise kayıp başvurusunda bulundu. Yurt yönetimi ifadeleri aldı, kolluk kuvvetleri sahil şeridinde arama başlattı. Ancak, ilk iki gün boyunca arama süreci, “rutin kayıp prosedürü” çerçevesinde sınırlı yürütüldü. Oysa Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesi, savcılığın her türlü şüpheli kayıp olayında “re’sen soruşturma yükümlülüğü”nü açıkça düzenler.
Başka bir deyişle, kayboluşun niteliği “riskli” ya da “şüpheli” olarak değerlendirildiği anda, artık dosya idari bir “kayıp bildirimi” olmaktan çıkar, ceza muhakemesi dosyasına dönüşür.

Ancak Rojin’in dosyasında bu dönüşüm geç oldu. İlk 48 saatin –ki bu süre kayıp vakalarında “altın zaman” olarak anılır– etkin kullanılmadığı anlaşılıyor. Arama ekiplerinin sahil hattında sistematik bir taramaya başlaması ancak 4. günde mümkün oldu. Kamera kayıtlarının toplanması, baz istasyonu sinyallerinin analizi, sosyal medya hesaplarının incelenmesi gibi temel dijital veri süreçleri de gecikmeli yürütüldü.

Bu nedenle, Rojin’in bulunması ancak 18 gün sonra, 15 Ekim 2024 tarihinde Van Gölü’nün Mollakasım kıyısında gerçekleştiğinde, aslında sadece bir bedene değil, bir ihmaller zincirine ulaşıldı.
Rojin’in cansız bedeni, kıyıya yakın bir noktada bulunmuştu; ancak asıl belirsizlik, bulunuş anında başladı.

Olay yeri inceleme ekibi bölgeye ulaştığında, sahanın yeterince izole edilmediği, çevre güvenliğinin geç sağlandığı iddiaları basına yansıdı. Bu durum, CMK m.161 uyarınca savcı gözetiminde yapılması gereken keşif ve delil toplama işlemlerinin “gecikmeli müdahale” kategorisine girdiği anlamına geliyor. Adli tıp pratiğinde bu tür gecikmeler, özellikle DNA, doku ve travma bulgularının bozulmasına neden olabilir. İşte Türkiye’de kadınların kayboluşlarıyla ilgili en sistematik sorunun özeti burada yatıyor: Kaybolan kadının değil, geç gelen adaletin izi sürülüyor.


II. ADLİ TIP’IN YANITLAYAMADIĞI SORU: KAZA MI, İNTİHAR MI, CİNAYET Mİ?

Van Adli Tıp Kurumu’nun ilk incelemesi, ölüm nedenini “suda boğulma” olarak belirledi. Ancak otopsi raporunda olayın oluş şekli — kaza mı, intihar mı yoksa bir dış müdahale mi var — konusunda kesin kanaate varılamadığı belirtilmiştir. Bu ifade, teknik bir detay değil; soruşturmanın yönünü belirleyen bir belirsizliktir.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesi, savcılığa “maddi gerçeği araştırma yükümlülüğü” yükler. Ancak bu yükümlülük, yalnızca otopsi raporunu okumakla yerine getirilmiş sayılmaz. Maddi gerçeğe ulaşmak, neden–sonuç ilişkisini tam olarak kurmakla mümkündür. Bu rapor ise, ölüm nedenini söylese de, “ölüm sürecini” açıklayamamıştır.

İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun nihai raporu da aynı dili kullandı:
“Travmatik lezyon tespit edilememiş, ancak yumuşak dokuların ileri derecede çürümüş olması nedeniyle dış muayene bulguları kısıtlıdır.”
Yani “şiddet yok” değil, “tespit edilemedi.”
Bu fark, bir cümle değil, bir yargı pratiği farkıdır. Yani darp ve travma izlerinin olma ihtimali varsa geç yürütülen soruşturmadan kaynaklı gözardı edilebilir, demektir.


III. DNA BULGULARI: DELİL Mİ, BULAŞMA MI?

Dosyadaki en dikkat çekici ayrıntı, cesetten alınan örneklerde Rojin’e ait olmayan iki farklı erkek DNA’sının tespit edilmesidir. Bu bulgu, soruşturmanın seyrini değiştirebilecek kadar önemlidir.
Ancak savcılık makamı, bu DNA örneklerinin kime ait olduğunu, nasıl ve nerede tespit edildiğini, hangi laboratuvarda analiz edildiğini kamuoyuna açıklamamıştır.

Delil zincirinin korunması, CMK’nın 217. maddesi gereğince zorunludur.
Eğer zincir koparsa, delil geçerliliğini yitirir.
Bu nedenle “bulaşma (kontaminasyon)” ihtimali varsa, bunun laboratuvar hatasından mı yoksa faille temas sonucu mu kaynaklandığı açıklığa kavuşturulmalıdır.
Çünkü DNA bir bilimsel bulgudan çok daha fazlasıdır: o, sessiz ve gizli bir tanıktır.


IV. GEÇ BAŞLAYAN ARAMA, EKSİK TOPLANAN DELİL

Rojin Kabaiş’in kaybolduğu gün yapılan arama çalışmaları sınırlı kaldı.
Van Gölü kıyısı, olayın ilk 48 saatinde tam taranmadı.
Kamera kayıtları ve baz istasyonu verilerinin toplanması günler sonra gerçekleşti.

Oysa kayıp kişilerde ilk 48 saat, hem hayat kurtarıcı hem de delil belirleyici süredir.
Bu sürenin ihmal edilmesi, yalnızca olayın aydınlatılmasını değil, adaletin kendisini zedeler.
Göl kıyısındaki güvenlik kameralarının tamamının çalışmadığı, mevcut görüntülerin bir kısmının silindiği iddiaları, soruşturmanın teknik yönünü daha da tartışmalı hale getirmiştir.

Arama-kurtarma çalışmalarındaki bu yavaşlık, TCK’nın 83. maddesinde düzenlenen “ihmal sonucu ölüme sebebiyet” olasılığını da akla getirmektedir. Soruşturma makamları, yalnızca olası failleri değil, varsa ihmali davranışla görevini yerine getirmeyen kamu görevlilerini de incelemekle yükümlüdür.


V. GİZLİLİK KARARI VE ADALETİN PERDESİ

Dosyaya getirilen “gizlilik kararı”, Rojin’in ailesinin bilgi alma hakkını ciddi biçimde sınırladı.
CMK’nın 234. maddesi, mağdur yakınlarına dosya hakkında bilgi alma hakkı tanır.
Ancak aileye, otopsi raporları ve bilirkişi değerlendirmeleri sınırlı ölçüde iletildi.

Bu durum yalnızca bir bürokratik prosedür değil, hukuk devleti ilkesi açısından da sorunludur.
Çünkü ceza yargılamasında “gizlilik”, delilleri korumak içindir; kamu vicdanını bastırmak veya susturmak için değildir. Ailenin dosyaya erişimi, soruşturmanın sağlığı açısından değil, adaletin görünürlüğü ve güvenirliği açısından elzemdir.

Türkiye’de özellikle kadın ölümlerinde sıkça rastlanan bu “gizlilik kültürü”, halkın zihniyetindekş cezasızlık algısını beslemektedir. Bu tür vakalarda toplumsal denetim, soruşturmanın hızını ve doğruluğunu artırır; gizlilik ise yalnızca şüpheyi büyütür.


VI. TOPLUMSAL YANKI VE HUKUKUN SESSİZLİĞİ

Rojin Kabaiş’in ölümüne ilişkin süregelen sessizlik, Türkiye’de kadın ölümlerine dair sistematik bir gerçeği bir kez daha gözler önüne seriyor:
Geciken adalet, eksik adalettir.

“Adalet er ya da geç yerini bulur” sözü, bu topraklarda sıkça söylenir.
Ancak şu soruyu sormadan geçemeyiz: Adalet yerine gelene kadar kaybettiklerimiz ne olacak?
Bir dosyada delil zinciri eksikse, soruşturma bütünlüklü yürütülmüyorsa, tanık beyanları ciddiyetle toplanmıyorsa — o dosya yalnızca bir cinayeti değil, kamu otoritelerinin yükümlülüklerini de görünmez kılar. Çünkü “faili meçhul” sadece bir suçun failinin adı değil, aynı zamanda sistematik bir suskunluğun adıdır.

HUKUK SUSMAMALIDIR. 
Bir genç kadının ölümünü açıklığa kavuşturamayan sistem, yalnızca bir faili meçhul etmekle kalmaz; halkın, adalet beklentisini de zedeler. Bu nedenle Rojin Kabaiş dosyası, bir ölümün ötesinde; adaletin, şeffaflığın ve hesap verebilirliğin Türkiye’de yeniden tanımlanması gereken sınırlarını işaret ediyor. Rojin’in sessizliği artık yalnızca bir kaybın değil, bir çağrının sesi olmalıdır: Soruşturma dosyaları kapandığında değil, gerçek ortaya çıktığında adalet yerini bulur.

Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.