Türkiye Barolar Birliği bildiri yayınlamış; bildirinin başlığı şöyle: “Hilafet ve Şeriat çağrıları, anayasal düzene ve Cumhuriyete başkaldırıdır”.
Hilafet dini bir kavram, ama Halife kutsal bir kişi değil, Allah’ı ya da dini temsil etmez. Müslümanları temsil eder. Ve bugün dünyada, belli bir dine inanan insanların birliği anlamında evrensel temsile sahip olmayan tek topluluk Müslümanlardır. Ve de Hilafet kaldırılmadı, hilafet makamı ilga edildi. Hilafet makamı yerine hak ve sorumluluklar nereye intikal ettirildi? TBMM’de halifelik makamını kaldıran ve Osmanlı hanedanını yurtdışına çıkartan kanun aynı gün Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı ve 431 sayılı Kanun olarak Resmi Gazete’de yayımlandı. Bakın bu konudaki yasa hükmü şöyle: “Madde:1 Halife hal’edilmiştir. Hilâfet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilâfet makamı mülgadır”. “Halife” İsmi fail, bu görevi yapan. Kişi görevden alınmış. Makamı da ilga edilmiş, bunun gerekçesi neymiş: “Hilâfet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan” Peki HİLAFET nasıl CUMHURİYETE BAŞKALDIRI oluyor. Anayasada, bu yasalar devrim yasaları olarak, kaldırılması teklif dahi edilemeyen yasalardan. Hal böyleyken nasıl oluyor da, “ANAYASAL DÜZENE KARŞI” oluyor. Anayasa karşı olan, Çanakkale savaşında, tüm cephelerde savaşan Hilafet ordusunun finansmanı için tüm İslam ülkelerinden Hilafete yardım olarak gelen zekat paralarının din, hukuk ve ahlak dışı bir şekilde, dinen haram olan bir RİBA kuruluşuna sermaye olarak verilmesidir. Ve bu kaynağın LAİK bir Partinin yönetimine bırakılmasıdır.
Zaten değil mi ki, HİLAFET MANA VE MEFHUM OLARAK HÜKÜMET VE CUMHURİYET’İN ESASEN MÜNDEMİÇ OLDUĞUNDAN, Hilafet Makamı yerine, tanımlanan görevleri yerine getirmek üzere DİYANETR İŞLERİ BAŞKANLIĞI kurulmuştur. DİNİ VAKIFLARIN korunması, işletilmesi için de VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ görevlendirilmiştir. Bu işler münhasıran HÜKÜMET ve CUMHURİYET TEDVİRE MEMUR kılınmıştır.
Sanırım bu bildiriyi yayınlayan kişiler, İslam’ın bütünün ilk uygulandığı dönem olan 4 Halife dönemine de karşılar. İslam’daki HİLAFET ve İMAMET konusunda da hiçbir bilgi sahibi değillerdir.
Ah benim güzel memleketim. Bu işin neresinden tutsanız elinizde kalıyor. 2590 sayılı kanuna göre Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırıldı. Kanunun adı: “Lâkap ve Unvanların Kaldırılması Hakkındaki Kanun” 26 Kasım 1934 tarihli, 2590 numaralı bu kanun 29 Kasım 1934’te Resmi Gazete’de (2867 sayı, 3 cilt, 6. sayfa) yayımlandı. Kanunun 1. Maddesi şöyle: Madde 1 – “Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlarıyla anılırlar”.
Şimdi sıkı durun, “Hacı”, “Hafız”, “Hoca” demek yasak da devlet bu unvana sahip kişilerin adın ı değiştirerek ya da doğrudan Hac yönetmeliği çıkartmakta, kadrolar oluşturmaktadır. Dini konularda İslam Şeriatına göre Fetva vermesi için “Fetva kurulları” oluşturmaktadır. Bu konudaki yönetmeliğin adı: “DİB DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU ÇALIŞMA USUL VE ESASLARI HAKKINDA YÖNETMELİK”.. Bakın, bir iş hakkında GAYRİ MEŞRU derseniz, bu “ŞERİAT’A AYKIRI” demektir. İslam Şeriatı dediğinizde, İslam’ın Meşru kabul ettiği şeyleri tanımlar. Kelime anlamı HUKUK demektir. TEVRAT da Kur’an’dan daha fazla “Şeriat” kelimesi geçer. İncil’de de öyle. 28 Şubat’ta YAŞASIN ŞERİAT diye bir kitap yazmıştım. Ondan sonra bir mahkûmiyet kararı gelmedi. Bugün “Kayıt yayınları”nda çıkan bu kitap “NİÇİN ŞERİAT’A KARŞILAR” adıyla hala piyasada. Bunlar bilgi sahibi olmadıkları konularda Kanaat sahibi olmuşlar. Bilmiyorlar, bilmediklerini de bilmiyorlar, bir de akıl vermeye kalkıyorlar. Hani derler ya, “Cehaletin bu kadarı ancak eğitimle mümkündür”.
Hay Allah, bu adamlar, “Laiklik”in “Egemen Kilise (Vatikan)-Egemen Devlet” ilişkisini düzenleyen, “ayrılığını” değil “ayrılmazlığını” tanımlayan onu “ruh ve beden” ilişkisi şeklinde tanımlayan “Tanrının egemenliği ve Sezar’ın egemenliği”nin şeklini tanımlayan, Laikliğin varlık ve meşruiyetinin temelinin İncil’e dayandığını, Laiklik yorumunun “Katolik Şeriatı” olduğunu da bilmiyorlar demek ki. Bunların kafası, eskide kalan Sovyet’in “La Dini”lik kafası mıdır yoksa. Katolik Şeriatını siz Protestan’a, Ortadoks’a, Musevi’ye bile dayatamazken, onlar Lozan’da korunmuşken, bunu nasıl Müslümanlara dayatırsınız!? Siz kimsizniz? “Yeni Türk Sovyeti” mi yoksa bunlar. Sahi, PKK’cı Kürt Sovyeti de böyle değil mi? Hatta “Dahlan’ın Laik Filistin devleti” de “Filistin Sovyeti” kafasına sahip olsa gerek. Yakalanan Filistinli MOSSAD ajanları da bizi garantörü yapmak istedikleri “Dahlan’ın bağımsız Filistin devleti” projesinin elemanları olmasın!
Güya bunlar hukukçu, ama hukukun Arapçasını da bilmiyorlar. “Cumhuriyet” de Arapça bir kelime. Onun anlamını da bilmez bunlar. “Cumhur”u “Halk” zannederler. Bilmezler ki “Cumhuriyetçilik” ve “Halkçılık” “6 OK”un iki farklı ucudur. Bunlar Cumhuriyet ile Demokrasi arasındaki farkı da bilmezler. Laiklikle Sekülarizm arasında ya da Bizantinizm arasındaki farkı da bilmezler. Mesela Fransanın ülke olarak LAİK bir devlet olduğunu zannederler. Strasbourg’un başşehri olduğu Alsace Laurenne eyaletinde LAİKLİK kuralları değil, KONTRAT kuralları geçerledir. KUZEY REN WESTEFELYA da öyle. NATO karargahının olduğu BELÇİKA da MONARŞİ ile idare olunur. İNGİLTERE de öyle, JAPONYA da. Birçok AB ülkesinin bırakın RESMİ DİN’i RESMİ KİLİSESİ ve RESMİ MEZHEBİ var.
Biraz İronik olacak ama, bizdeki Cumhuriyet MONARŞİK BİR CUMHURİYETtir. Sonuçta bizimkisi TEK ADAM Cumhuriyeti değil mi? Ya da KEMALİZM birileri için, Amentüsü olan bir din anlamını taşıdığı için TEOKRATİK BİR CUMHURİYET olabilir ya da BİZANTİNİST BİR CUMHURİYET de diyebiliriz. Şimdi bunlar “O da ne?” diyecekler. Bunlar “Doğu Roma”yı da bilmezler.
Öte yandan insanların “Hacı” olması için DİB Hac İrade Merkezi kurmasının yanında “Hac Yönergesi” yayınlamıştır. Yönergenin 1. Bölüm 3. Maddesinde şöyle denilmektedir: “MADDE 3- (1) Bu Yönerge, 30/10/2011 tarihli ve 28100 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 11/10/2011 tarihli ve 2011/2347 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı eki Hac ve Umre Seyahatleri İle İlgili İşlerin Diyanet İşleri Başkanlığınca Yürütülmesine Dair Karara dayanılarak hazırlanmıştır”.
633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna dayanılarak hazırlanan DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI KUR’AN EĞİTİM VE ÖĞRETİMİNE YÖNELİK KURSLAR İLE ÖĞRENCİ YURT VE PANSİYONLARI YÖNETMELİĞİ’nin 4. Maddesi’nin “d” ve “e” maddelerinde şöyle denilmektedir:
“d) Hafızlık belgesi: Başkanlıkça yapılan hafızlık tespit sınavlarında başarılı olanlara verilen belgeyi, e) Kur’an kursu: Kur’an-ı Kerim okumak, anlamını öğrenmek, hafızlık yapmak ve din eğitimi almak isteyen vatandaşlara verilen eğitim ve eğitim (…)”
“DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI GÖREV VE ÇALIŞMA YÖNETMELİĞİ”ne bakın isterseniz. Bu yönetmeliğin 2. MADDE ‘sinin 1. Fıkrasında şöyle denir: “Bu Yönetmelik, 22/6/1965 tarihli ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na dayanılarak hazırlanmıştır”. Bu yönetmelikte de yine aynı görevleri göreceksiniz. Sahi bu yönetmelikte tanımlanan “Cami görevlileri: İmam-Hatip ve müezzin-kayyımı”na ne denir.
Ya hu Türkiye’de hali hazır durumda devletin ülke genelinde en yaygın örgütü Camilerdir ve burada görev yapan kişiler de hocalardır. Ne okul ve ne de muhtarlık sayısı buna ulaşamaz. 80.000 civarındaki camiye ek, İmam-Hatip, Kur’an Kursları ile bu sayı 100.000 e ulaşmaktadır. Yine bu cami ve kursları yaptırma yaşatma dernekleri sayıları itibarı ile ülke genelindeki en büyük STK olma özelliğine sahiptir.
Sahi devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyet temeli nedir. İnsanlar devleti niçin kurar, dinini, aklını, malını, canını, namusunu, neslini korumak için değil mi? Adalet ve güvenlik için kurmaz mı devleti. Kendi dinine yasak koysun, onu aşağılasın diye mi kurar dinini. Hukuk devletlerinde “İnsanların devlete sadakatleri dinlerine sadakatlerinin teminatı olduğu ölçüdedir”. Birileri bunu anlamadıkları için olsa gerek, şecaat arz ettiğini zannederken bile fecaat olan bir hezeyana kapı aralıyor. Yazık, çok yazık.. Selam ve dua ile.