web analytics

“Bir Ümmetin Parçalanma Hikayesi”

Yayınlama: 29.06.2025
A+
A-

Bir sabah Kur’an açtım. Bir ayet düştü yüreğime:
“Ve hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın; parçalanmayın.”
(Nisa 103)

O anda içimden bir ses yükseldi:
“Peki biz ne zaman o ipi bıraktık?”
Hani ümmettik, hani bir vücudun azaları gibiydik? Neden şimdi her tarafımız ağrıyor ama kimse hissetmiyor?

İslam ümmeti, Hz. Peygamber’in (sav) vefatından sonra kaderini belirleyecek en keskin dönemece girdi. Bu dönemecin adı “hilafet”ti belki, ama aslında mesele sadece kimin başa geçeceği değildi.
Kimse kötü niyetli değildi. Hepsi Allah’a en doğru şekilde kulluk etmek, ümmeti fitneden korumak istiyordu. Fakat insanlar farklı düşündü, farklı yorumladı. Ve bu farklılıklar zamanla ayrılıklara dönüştü.
Kimse “ben parçalayayım” demedi. Ama parçalandık.
Hz. Ali mi, Hz. Ebubekir mi?
Sorunun kendisi bile kalpleri ikiye böldü. Bir taraf sadakati liderlikte aradı, diğer taraf soyda. Ve işte oradan başladı bölünme. Bu kırılma ilk olarak siyasi görünüyordu. Fakat zamanla itikadi yorumlara, hukuk anlayışlarına, ibadet şekillerine kadar sarktı.

Sünnilik ve Şiilik bir tercih değil, çoğu zaman bir coğrafya yazgısı oldu. Irak’ta doğan bir çocuk Şii olurken, İstanbul’da doğan bir çocuk Sünni oldu. Kimse hangi mezhebi seçtiğini sormadı, çünkü kimse seçmedi. Bu bir doğuştan gelen kimlik gibiydi artık. Ve asıl acı olan şuydu: Mezhepler, Müslümanların ortak acılarını değil, ayrılıklarını temsil eder oldu.

İslam dünyası genişledikçe, farklı halklar bu dine girdi. Hepsinin soruları, geçmişi, kültürü farklıydı. Herkes Kur’an’a aynı ayetle yaklaşıyordu ama farklı gözlerle. Birinin gözünde adalet ağır basarken, diğerinin gözünde kader. Birine göre cemaat esastı, öbürüne göre imam.

Devletler kuruldukça mezhepler daha da keskinleşti. Abbasiler döneminde Ehl-i Sünnet devletin esası oldu, Safeviler Şiiliği resmileştirdi. Mezhep, artık sadece bir inanç değil, bir kimlikti. Ve bu kimlikler, Müslümanları birbirine kırdırmak için emperyal güçlerin en büyük silahı oldu.
İlk Müslümanlar “iman”ı kalpte yaşardı. Bugün ise iman, bir grubun adı oldu. Kimse “ben Allah’a iman ettim” demiyor, herkes “ben şuyum, ben buyum” diyor. Aidiyetin mezhebe, tarikata, hatta şeyhe dönüştüğü bir çağda yaşıyoruz.

İslam, bir zincirdi. Peygamber’in duasıyla örülmüş, sahabenin sadakatiyle perçinlenmiş bir zincir. Ama biz, o zinciri kendi ellerimizle parçaladık. Her halkası bir grup oldu, her grup bir cemaat, her cemaat bir cemiyet… Ve her cemiyet, öteki kardeşine “sen bizden değilsin” demeye başladı.

Peki Neden?

Neden bir araya gelemiyoruz? Çünkü İslam’ı yaşamak yerine, İslam’ı yönetmeye çalıştık. Kalpleri birleştirmek yerine, zihinleri dizayn ettik. Herkes kendi doğrusunun peşine düştü ama kimse ümmetin derdini omuzlamadı. Herkes haklıydı ama hiç kimse merhametli değildi.

Ümmet, sadece bir siyasi birlik değildir. Ümmet, duadır. Sabah ezanında aynı Allah’a yönelen binlerce yüreğin ritmidir. Mekke’de saf tutanla, Bakü’de dua edenin ortak gözyaşıdır. Ama bu gözyaşlarını birleştirmek yerine, gözyaşlarımızı dahi mezheplere böldük.
Şimdi bir soru sormalı kendimize:
Biz gerçekten “ümmet” miyiz, yoksa sadece aynı kitapta farklı sayfalarda yaşayan insanlar mı?
Artık yeniden sormalı:
Kimi seviyoruz? Kime kızıyoruz? Hangi kardeşimizi kaybettik de fark etmedik?
Ve belki de en derin soru:
Biz bu kadar parçalandık da, Allah ne kadar razı kaldı?

Şahane Ağahoglu

Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.