“Nikâhta Şahitler Vardı, Boşanmada Avukatlar…” İnsanlar gerçekten boşanmak için mi evlenir? Yoksa sevdikleri için mi? O halde neden ilk tartışma altınlar üzerinden başlar? Sevda biter bitmez, hesap başlar… Aşkın yerini tartı tutar, gönlün yerini gram…
Evlilik, sadece duygusal bir bağ değil, aynı zamanda karmaşık hukuki ve ekonomik bir ilişki alanıdır. Boşanma sürecinde ilk ve en kritik meselelerden biri, evlilik boyunca edinilen ziynet eşyalarının aidiyetidir. Her biri için “kime ait” sorusu, hukukî bir davanın merkezine yerleşir. Ancak son dönemde bu konuda Yargıtay içtihatlarında dikkate değer bir paradigma değişimi yaşandı. Eski içtihatların “genelleştirilmiş kadın lehine karinesi” yerini daha objektif, eşitlikçi ve bağlama özgü bir yorum metoduna bıraktı. Peki, o altınlar kime aittir? Gelinin mi? Damadın mı? Yoksa ikisinin mi?
Yıllarca uygulanan Yargıtay içtihadı şuydu:
Aksi kararlaştırılmadıkça veya aksine örf ve adet yoksa; kim tarafından kime takılırsa takılsın, tüm ziynet eşyaları kadına aittir.
Bu yaklaşımda amaç kadını korumaktı. Zira örfler çoğunlukla gelini ön plana çıkarırdı, takılar gelinin ailesi tarafından saklanırdı ve “altınlar kadının sigortasıdır” anlayışı hakimdi. Ancak bu karine, hukukun temel ilkesi olan “somut olaya göre adalet” kavramına tamamen aykırıdır. Her ne kadar sosyo-kültürel yapılar bu yaklaşımı beslese de, günümüz hukuk düzeninde “belge ve ispat” esastır. Bu nedenle; “Altın kadına aittir” şeklinde keskin bir karine, artık kabul görmemektedir.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2023/5704 E., 2024/2402 K. sayılı ilke kararıyla birlikte, ziynet paylaşımı konusunda radikal bir içtihat değişikliğine gidildi. Yeni yaklaşım şöyle;
Bu karar, eski “kadın lehine karine”yi rafa kaldırmakla kalmamış; eşitlikçi ve hakkaniyetli bir yaklaşımı hakim kılmıştır. Hukuk sistemimizde ispat yükü, iddia eden tarafındır (HMK m.6). Bu bağlamda, ziynet eşyasının mülkiyeti iddiasını ileri süren taraf, “veriliş niyeti, takılma şekli, tarafların ortak beyanları ve örf-adet delilleri” ile bu iddiasını kanıtlamak zorundadır. Aksi halde, bu malın ortaklık malı veya karşı tarafa ait olduğu kabul edilmelidir.
Yeni karar, altınların kime ait olduğuna karar verirken şu ayrıntılı kıstasları getiriyor:
Bu sayede artık sadece “kadın ya da erkek” olmanız değil, o takının kime takıldığı, kim için getirildiği ve nasıl sunulduğu önemli hale geldi.
Bugün gelinen noktada artık mahkeme yalnızca takıyı değil, takının arkasındaki anlamı tartıyor. “Kim taktı, kime taktı ne zaman ve ne maksatla verildi?” gibi sorular, davanın esaslı delilleri arasında yer buluyor. Tarafların ziynet eşyasına yönelik iddiaları; sadece mülkiyet hakkı ekseninde değil, aynı zamanda evlilik içindeki sosyal ve kültürel dinamikler çerçevesinde değerlendiriliyor.
Yargıtay’ın güncel içtihatları da gösteriyor ki, düğünde takılan her bir ziynet eşyası artık salt bir malvarlığı unsuru değil, aynı zamanda taraflar arasındaki niyetin, anlaşmanın ve hatta örf ve âdetin bir yansımasıdır. Bu bağlamda, ziynet eşyasının kime özgü olduğu, hangi niyetle verildiği, hangi somut koşullar altında takıldığı gibi hususlar, sadece hukuki yorumu değil; toplumsal gerçekliği de doğrudan etkileyen kriterler olarak ön plana çıkmaktadır.
Zira hukuk, artık altının sadece ağırlığını değil; anlamını, bağlamını ve kimliğini de tartmaktadır. Ziynet eşyası, evliliğin sessiz şahitlerinden biri hâline gelirken; boşanma yargılamasında sesini yükselten delillerden biri olmaktadır. Bu nedenle altın, sadece takı değil; evlilik bağının görünmeyen sözleşmesidir. Ve boşanma aşamasında, bu sözleşmenin hükmü artık mahkeme salonlarında yeniden okunmaktadır.”