Allah (cc) buyurmadı mı, size hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah Hayır murat etmiş olabilir. “Hak Şerleri hayreyler” denmedi mi bize. Şimdi “görelim Mevlam neyler”
Ve aydınlığın yokluğundan neşet eden karanlığın en koyu anına yaklaşırken, aynı zamanda aydınlığa da yaklaşıyoruz. “Karanlık gecenin nurlu sabahı” “kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın”. ABD ve İişgal atındaki topraklarda yaşananlar, dünkü Kisra’nın saraylarının yıkılışını” hatırlatıyor bize. Firavun saraylarındaki, Haacer’lerin, Asiye’lerin Maşite’lerin ruhu, Gazze sokaklarındaki şehit çocuklara annelik ediyorlar, Şehid analarına müjdeli haberler veriyor olsalar gerek bugün. Selam olsun onlara.. Söyleyip duruyorum, savaşın da, barışın da bir fıkhı olduğu gibi, hicretin de bir fıkhı.. Hicret kaçış değil, geri dönmek için hazırlıktır.
Gazzelilerin bize ihtiyacından çok, biz Gazzelilere yardıma muhtacız! Onlar için Allah yeter. Kimse ecelinden önce ya da sonra ölmeyecek, kimse rızkında az ya da çok yemeyecek. Kimsenin 2. Bir yedek Kaderi ya da takdir makamı yok. Beğenmeyince değiştireceğiniz bir kader yok. Zannediyor musunuz ki, Allah sizin yakarışınızdan etkilenecek de haşa, sizin kaderinizi değiştirecek. Biri gelip Allah’ın yetmeyen gücüne güç yetirip, yetmeyen aklına akıl yetirip, yetmeyen parasına para yetirip sizi zalimlerin elinden kurtaracak. Haşa! Din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmekten, onlardan imdat beklemekten ne zaman vazgeçeceğiz. Sonuçta imtihan oluyoruz ve hepimiz yaptıklarımızın ve yapmadıklarımızın, söyleyip söylemediklerimizin hesabını vereceğiz.
Eğer bugün biz Gazze’li kardeşlerimize yardım etmeyeceksek, Gazzelilerin başına gelenler bizim de başımıza gelecek, bizim karşılarına çıkmadığımız zalimleri ya da onların dostlarını bizim de başımıza bela edecek. Kim ne yapıyorsa kendine yapıyor aslında.
Allah (cc) zamandan ve mekandan münezzehtir. O zahiri de bilir, batını da ve hüküm onundur. Hayır da şer de Onun iradesi içindedir, İsrail, Şeytan, ABD, derin güçler, hepsi. Biz Allah’ın rızasına talib olacağız. Sonuçta Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istiyor. O bize yardım etme sözü veriyor. Biz atmayacağız aslında o atacak. O dilerse bukağalı Şeytanları bile bizim emrimize verir.
“Hüküm veren Allah ‘tır, O’nun hükmünün arkasına düşüp O’nu geri çevirecek yoktur.” (er-Ra’d, 41). Allah, insanları ve cinleri ancak kendisine kulluk etsinler diye yarattı. (ez-Zariyat, 56) . kâinatta “hüküm; yalnız Allah’ındır” (Yûsuf, 40, 67); ”Hüküm O’nundur” (el-Kasas; 70, 88); ”Artık hüküm yüce ve büyük Allah’ındır” (el-Mü ‘min, 12); “Hüküm vermek Allah’a âittir” (es-Sûrâ, 10), “Hüküm veren Allah’tır”(er-Ra’d, 41); “Hüküm vermek yalnız Allah’a âittir” (el-En’âm, 57); “Doğrusu hüküm yalnız O’nundur” (el-En’âm, 62) Bilelim ki, “O, kendi hükmüne kimseyi ortak etmez.” (el-Kehf, 26)..
Ya hu korkmayın, telaşlanmayın, O’nun koyduğu hükümler kıyamete kadar ebedî olarak kalıcıdır. Ve “O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır” (Yunus, 109; el-A’râf, 87, Yusuf, 80). İnkarcılar korksun, Tarık’ın da Şira’nın da, ayın-güneşin de diğer yıldızların da Rabbi Allah’tır. O ipine (Şeriat’ına) tutunanları koruyacak. Zalimlerden ve cahillerden olmayalım, iman edelim, iyi şeyler yapalım, sabredelim, sabrı tavsiye edelim, yeter. Böyle yaparsanız Allah (cc) işinizi kolaylaştıracak, değilse işlerinizi sarp dağlara sardıracak, kaçtığınızı sandığınız şeyi ayağınıza dolayacak.
Hey! Oylamada kendi aralarında konuşanlar, hey siyasiler, hey bürokratlar, hey ilim adamları, Kanaat önderleri, şu ayet ne diyor hatırlayalım mı: “Hayır, Rabb’ın hakkı için onlar aralarında çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da (Resulüne) senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan (verdiğin hükme gönül hoşluğu ile razı olup) tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olmazlar” (en-Nisâ, 65).
Başta dedim ki, savaşın da, barışın da bir fıkhı var. Zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah zamanı ve mekanı da kuşatan hükümler vermiştir. Mesela savaşırken bizi düşmana karşı sınırlandırmıştır. Esirlere karşı da öyle. “Haram zamanlar”, “haram mekanlar” vardır. Hedef tek başına savaşı kazanmak değildir. Haklı olmak bize haksızlık etme hakkı vermez. “Zafer sarhoşluğu” başımızı döndürmemeli. Siyasi rakiplere ve eleştiriler karşısında linç kampanyasına dönüşen tepkilere bakınca, insan endişelenmeden edemiyor. Bu anlamda bir kavme olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında haksızlığa sevk etmemeli. Esir aldığınız kişiye işkence edemezsiniz, esir aldıktan sonra yediğinizden yedirecek, giydiğinizden giydireceksiniz. “Eman müessesi”nin kurallarına uyacaksınız. Mesela “Haram ay”da savaşı siz başlatamazsınız. Karşı taraf teslim olduktan sonra da savaşı sürdürmezsiniz. Başlattığınız savaşı onlar istemeden siz bitiremezsiniz.
Burada çok önemli bir nokta var, bir Müslüman topluluk, meşru anlamda (Nefsi müdafa anlamında 5 temel emniyete yönelik saldırıya karşı) bir başka toplulukla savaşıyorsa, savaşan tarla birlik olamaz, onlara yardım edemezsiniz. Müslümanlardan ve/veya mazlumlardan yana olmak zorundasınız. Müslümanlar arası ya da mazlumlar arası bir çatışmada ise Hakem olma, ve arayı bulup adil bir şekilde sulh etmek görevimiz var. Zaten kural belli, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı olacağız. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Kural bu! Karşılıklı “adil bir anlaşma” söz konusu ise, söz verdiğimizde sözümüzde dursak da, mazlum tarafa doğrudan yardım edemesek bile onlara karşı olamayız.
Mesela Gazzelilerin Gazze’yi boşaltmasından söz edenler, şunu hesaba katıyorlar mı? Onlar yurtlarında ayrıldıktan sonra onları yedirip, içirmeniz yetmiyor. Onların geri dönüşü için DÖNÜŞ İÇİN HAZIRLAYIP DONATACAKSINIZ. “Yoksa boş konulup eve düşman tıkılmaz”. Bunu düşmanlarınızla anlaşarak yapamazsınız. MUHACİRLİĞİN’de Fıkhı vardır, ENSAR olmanında! Evet! Şunu aklımızdan çıkartmayalım: “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların, Allah’ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın. Eğer dönerlerse bil ki Allah bazı günahları yüzünden onları felâkete uğratmak istiyordur. Zaten insanlardan çoğu yoldan çıkmışlardır” (el-Maide 49). Evet, rehberimiz şu olmalı: “(Ey Rasûlüm) O halde Rabbinin hükmüne sabret ve onlardan hiçbir günahkâra yahut nanköre itaat etme” (el-İnsan 24); “İnkâr edenler sana gelip de başka hüküm verenler aradıkları zaman onlara deki: “Allah, size kitabı açıklanmış olarak indirmiş iken ben Ondan başka bir hakem mi arayayım?” İnanmışlara gelince, kendilerine kitap verdiklerimiz o (Kur’an)’ın gerçekten Rabbın tarafından indirilmiş olduğunu bilirler; onun için hiç kuşkulananlardan olma” (el-En’am, 114). Allah bizden şüphesiz bir iman istiyor. Allah şöyle buyuruyor: ”Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe mi ettiler? Yoksa Allah’ın ve Rasûlünün kendilerine haksızlık yapacağından mı korkuyorlar? Hayır onlar zâlimlerdir” (en-Nur, 50).
Göklerin ve yerin mülkünün, saltanatının Allah’a ait olduğunu (el-Mâide, 40) bilen ve mülk sahibinin kendi mülkünde hâkim olduğuna inanan müminler, ihtilâf ettikleri her problemin çözümünü Allah’a ve Resulune götürürlerken (en-Nisâ, 59), Kur’an’a ve diğer ilahı kitaplara inandıklarını iddia edenler ise “tâğutların önünde muhâkeme olunmalarını isterler. Oysa onları tanımamakla emrolunmuşlardı…” (en-Nisâ, 60) (Sahi o Tağut’lar kim bugün için!?Onları Hakem yapanlar kim ola ki, sakın Domuz ağılının kapısını anaç domuzu emmek için bekleyen koyunlar olmasın! İstanbul sözleşmesi, Gravio, UN WOMAN, TransHumanizm, Yeni dünya düzeni, Lanzarote bu konuyla ilişkilendirilebilir mi? Habat ve Agartha’cılara, uluslararası düzenin ajanları ile birlik olursanız onları yakacak ateş size de dokunur.) İşin gerçeği; ayrılığa düşülen herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a aittir (eş-Şûrâ, 10).
Bazıları dil ile ikrar ettiklerini kalpleri ile tasdik etmedikleri için sözleri ile işleri örtüşmez. Öz ile söz arasındaki farklılık münafıklık alametidir. “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse yani Allah’ın ayetlerini inkar ederse işte kâfirler, zâlimler ve fasıklar onlardır. “Hüküm de O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz” (el-Kasas, 88). Evet “Bir toplum aklı gideren içkiyi; nesli soysuzlaştıran zinayı; dini dejenere eden ve hiçe sayan hurâfe ve küfrü; canı ucuzlatan anarşi ve terörü; malı yok eden kumar, rüşvet ve israfı meşru görür, haklının değil kuvvetlinin yanında yer alır bunları da beşeri sistemlerinin müsâmaha ve müsaadeleri gölgesinde yaparsa, hiçbir şeyin güvence ve teminatı söz konusu olamaz. Beşerin insanca yasayabilmesi, adaletinden zerrece şüphe edilmeyen Allah’ın hükümlerine bağlı kalmakla mümkün olabilir”. Çünkü O “hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir?” (et-Tîn, 8).
Tekrar söylüyorum: Savaşın da, barışında, Ensar olmanın da, Hicretin de, Muhacir olmanın da bir fıkhı var. Savaşı başlatmanın da bitirmenin de fıkhı var. Esirlerin de hükmü var, hür’lerin de, savaşanların da bir hükmü var, savaşmayanların da. Allah’ı (cc) unutup, hayali çözümler peşinde koşanların var haline! Mü’minlerin ve mazlumların derdini dert edinmeyenlerin vay haline. Haksızlıklar karşısında susanların vay haline. Kim Haktan taviz vererek dünyalık bir hesap peşindeyse, bilsin ki, o işin sonu mahrumiyettir. Kazandı şeyin bereketi olmaz. Dua ile istediği şeyse o, o şey onun için dua ile istenen belaya dönüşür. Allah onu umduklarından mahrum bırakır. Bugünlük de bu kadar.
Selam ve dua ile.