web analytics

“Heniyye’nin Kanı Tahran’da Kurumadı: İsrail Neyi Vuruyor?”

Yayınlama: 17.06.2025
A+
A-

İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, 13 Haziran 2025 sabahında başlatılan kapsamlı bombardımanla sınırlı değildir. Bu tarih, yalnızca bir kırılmanın, bir eşiğin, geriye dönüşü olmayan bir kararın sembolü olmuştur.

Gerçekte ise İsrail’in İran’a karşı sürdürdüğü uzun soluklu, sinsi ve sistematik bir askeri-politik savaşın açığa çıkış anıdır. . 1 Nisan 2024’te İsrail, Şam’daki İran Konsolosluğu’nu hedef alarak diplomatik dokunulmazlığı ve uluslararası hukuku açıkça ayaklar altına almıştır. Bu saldırıda aralarında iki İranlı generalin de bulunduğu 16 kişi yaşamını yitirmiştir. Bu sadece bir bombanın patlaması değildi; bu, uluslararası düzenin temelini oluşturan hukuk anlayışının paramparça edilişiydi. Diplomasiye değil, güce dayalı bir dünyanın sinyaliydi bu.


İran’ın İsfahan kentinde 19 Nisan’da gerçekleşen saldırı ise artık yalnızca askeri strateji değil, psikolojik harp niteliği taşımaktadır. Halkın sinir uçlarıyla oynanmakta, gece yarısı göğe bakan her göz, barışa değil bir sonraki füzenin gelişiyle kararmakta.

İsrail’in bu süreçte uyguladığı taktik, doğrudan Tahran’a değil, onun dostlarına, müttefiklerine, bağlarına saldırmak olmuştur. Fakat bu saldırılar yalnızca askeri değil, bir milletin hafızasına, umutlarına, ideallerine yönelik de olmuştur.

31 Temmuz 2024’te Hamas lideri İsmail Heniyye’nin Tahran ziyareti sırasında düzenlenen suikastla öldürülmesi, sadece bir liderin kaybı değildir.

Bu, İran halkının göğsüne saplanan bir hançerdi. Bir misafirin katli, ev sahibinin onurunun ayaklar altına alınmasıydı. Bu suikast sadece ölüm degil, ıran halkına vurulan bir darbedir.


Ardından 27 Eylül’de Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın öldürülmesi, İsrail’in bu stratejisinin artık tüm cepheleri kapsadığını gösterdi.

Ancak bu saldırıların sadece dış kaynaklı bir tehditten ibaret olmadığını da görmek gerekir. İran’ın istihbarat ve güvenlik aygıtının, bu denli sistematik ve sızma boyutu yüksek saldırılar karşısında yetersiz kalması, başlı başına bir kırılganlığa işaret etmektedir. Konsolosluk gibi yüksek koruma altında olması gereken bir alanın bombalanabilmesi, bir devletin sadece dış düşmanlarla değil, içerideki denetim mekanizmalarının zaaflarıyla da yüzleşmesi gerektiğini göstermektedir. Aynı şekilde Heniyye ve Nasrallah gibi sembol isimlerin hedef alınabilmesi, sadece İsrail’in kararlılığını değil; İran’ın stratejik öngörü ve koruma kapasitesinin de sorgulanmasını zorunlu kılıyor. . İran’ın maruz kaldığı bu saldırılar, yalnızca dış müdahalelerin değil, içerideki hazırlıksızlığın da bir yansımasıdır.

Bu saldırılar zinciri, askeri üstünlükten ziyade insan ruhunun sınırlarını zorlamaya dönüktür. Her füze, sadece binaları değil; aileleri, hafızaları, hatıraları da yerle bir etmektedir. İsrail’in saldırıları, savaş alanlarını değil, zihinleri işgal etmektedir. Bu saldırılar sonucunda anneler evlatsız, çocuklar babasız, şehirler ruhsuz kalmıştır.

İsrail’in sadece İran’a değil, Filistin’e yönelik saldırıları da bu büyük stratejinin ayrılmaz bir parçasıdır. Gazze’de her gün çöken bir bina, yitip giden bir çocuk, suskun kalan bir dünya var. Han Yunus’ta bir annenin sessiz ağıdı, Kudüs’te bir çocuğun toprak altındaki oyuncağı, insanlığın gözü önünde gerçekleşen bir felakete dönüşmüştür. Artık mesele sadece bir toprak değil; hakikatin, adaletin ve insan vicdanının yerle bir edilmesidir. İsrail’in bu saldırıları yalnızca Hamas’a değil, Filistin halkının varlığına, kültürüne ve geleceğine yöneliktir. Bombalanan hastaneler, hedef alınan gazeteciler, yok edilen mahalleler sadece bir coğrafyayı değil; tüm insanlığın ortak değerlerini hedef almaktadır.Bombalanan yalnızca yapılar değil; dua sesleri, çocuk kahkahaları ve bir halkın sabrıdır.
Ama tarih gösteriyor ki, ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir saldırı, hakikatin üzerine sonsuza dek örtü çekemez. Hiçbir güç, adalet arzusunu toprağa gömememiştir.

Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.