
Zeki insan, gel bu yazıyı bir “tarih anlatısı” gibi değil, hafızanın iadesi gibi oku. Çünkü bazen bir millet yenildiği için değil, yanlış bir başlangıç noktasına hapsedildiği için misafir ilan edilir. Harita değişmez; bakış açısı değişir. Ve bakış açısını kim kurarsa, hikâyeyi de o yazar.
“Anadolu” dedikleri kelime nereden geliyor? Yunanca Anatolia ; “doğu”, “güneşin doğduğu yön”. Peki doğu kime göre? Batıdan bakanın kelimesi bu. Yani bu toprakların adı, kendini merkeze alanın diliyle verilmeye çalışılan bir yön tarifidir. Roma ve Bizans, bu kelimeyi idari bir pratik olarak kullandı; merkez Konstantinopolis’ti, burası “doğu eyaleti”ydi. İsim, toprağı değil; bakışı anlatıyordu.
Selçuklu bu kelimeyi kimlik yapmadı. Yönle konuşmadı; hükümle konuştu. “Rûm” dedi; çünkü mesele “doğuda olmak” değil, egemenliği geri almaktı. Selçuklu kendini bir yönün içine yerleştirmedi; merkezi ele aldığını ilan etti. Osmanlı da öyle yaptı. “Anadolu Devleti” demedi; Memâlik-i Mahrûse dedi. Coğrafyayı kimlik yapmadı; devleti merkeze aldı. İsim büyütmedi; aklı büyüttü.
Peki hangi hedefle “Anadolu” bir idari terim olmaktan çıkıp kimlik çerçevesi gibi içselleştirilmek isteniyor?
Burada tanımı koyalım: KOGNİTİF HEGEMONYA, bir topluma ne düşüneceğini söylemez; nereden başlayacağını öğretir. Başlangıç çizgisini kim koyuyorsa, anlatının anahtarı ondadır.
“Türkler Anadolu’ya ne zaman geldi?” sorusu bu yüzden masum değildir. Daha sorulurken rolü dağıtır: Gelen kim, ev sahibi kim?
“Gelmek” ne demektir? Tanım Yapalım; gelmek, bir yere sonradan eklenmek, öncesiz ve köksüz addedilmektir. Bir toplumu yıllarca “gelen” diye anlatmak, onu o coğrafyanın kurucu hafızası olmaktan çıkarmak değil midir?
Adlandırmalar bazen sınırlardan daha etkilidir zeki insan; insanı savunmaya iter. Burada kritik bir kırılma daha var: “Modern” tarih yazımı, öğretimi kolaylaştırmak için üretilmiş pedagojik etiketleri hakikatin yerine koydu. “Anadolu Selçuklu Devleti” diye resmî bir ad tarihte yokken, bu ifade tekrar edildikçe öz adlandırma sanıldı. Tekrar, itirazsız kaldığında gerçeğin yerini alır. Yön kelimesi, merkezmiş gibi konuşulur.
Şimdi dur ve sor zeki insan: Neden şehir bulunamadığında “gecikmişlik” denir de, merkez kurma aklı ıskalanır? TANIM: Türk siyasal aklı, gücünü duvardan değil hareketten üretir. Başkent onun için bina değil, merkez alandır. Sabitlenmez; saha hâkimiyeti kurar. Şehir ararsan gecikmiş sanırsın; merkez okursan sürekliliği görürsün. O hâlde şehir öncesi düzeni “sessizlik” diye anlatmak, ZAMANLAMA OPERASYONU değil midir?
“Anadolu” neden hep “geçilen yer” diye anlatılır? Geçilen yerler iz bırakmaz mı? On binlerce yıl kullanılan bir coğrafyada yalnızca “uğrama” mı vardır, yoksa alışkanlık, ritim ve hafıza mı oluşur? Göbekli Tepe gibi bulgular neden kronolojiyi rahatsız eder? Taşlar mı sorun, yoksa başlangıç şablonumuz mu?
TANIM: Medeniyet, her zaman şehirle başlamaz; bazen hafıza, duvardan önce kurulur.
Şimdi asıl meseleye gelelim. Biz neden ANAYURT demek zorundayız? Çünkü “Anadolu” bir yön dilidir; ANAYURT ise merkez dili. Yön, merkeze göre vardır. Merkez, isim verir. “Anadolu” dediğinde fark etmeden bir bakışı kabul edersin; “ANAYURT” dediğinde özne olursun. Bu bir kelime kavgası değil; zihin mimarisidir.
“Hep burada olmak” ne demektir? TANIM: Hep burada olmak, aynı adla yaşamak değildir. Aynı devlet refleksini, aynı merkez kurma biçimini, aynı saha aklını farklı adlarla sürdürmektir. İsimler değişir; akıl kalır. Benim iddiam budur: Bu topraklar bir yön değildir; o yüzden cümlem sakin ama sarsıcıdır: Anadolu dedikleri yer, ANAYURT toprağıdır. Dün de bizimdi, bugün de bizim, yarın da bizim. Biz bu toprakların misafiri değil; ev sahibi öznesiyiz. Bunu bağırarak değil, doğru kelimeyi doğru yere koyarak ısrarla söylemeliyiz.
Zeki insan, son soruyla bitirelim: Bir halkı yenmek için onu yenmek şart mı? Yoksa onu GEÇ BAŞLATMAK, yön kelimesiyle merkezin dışına itmek yeterli mi?
Eğer bu yazımdan sonra “başlangıç” kelimesi seni rahatsız etmeye başladıysa, bil ki amaç hayat bulmuştur. Çünkü bazen en büyük zafer, toprağı almak değil; HAFIZAYI YERİNE İADE ETMEKtir.
Gürkan KARAÇAM
#anadolu #değil #anayurt