Haberde, konuya yakın dört ayrı kaynağın verdiği bilgilere yer verildi. Kaynaklara göre, sinyal istihbaratı (SIGINT) yöntemiyle elde edilen bu veriler, İran hükümetinin üst düzey yetkilileri arasında geçen özel bir iletişimi içeriyor. Bu konuşmada İranlı yetkililerin, ABD tarafından 22 Haziran’da gerçekleştirilen ve Fordo, İsfahan ve Natanz’daki nükleer tesisleri hedef alan saldırıların, beklentilerinin aksine “daha az kapsamlı ve yıkıcı” olduğu yönünde değerlendirmelerde bulunduğu bildirildi.
Sinyal istihbaratı; telefon görüşmeleri, e-posta trafiği ve diğer elektronik veri akışları üzerinden toplanan bilgilere verilen ad. Bu yöntem, ABD istihbaratının en önemli araçlarından biri olarak kabul ediliyor. Ancak Washington Post‘a konuşan kıdemli bir istihbarat yetkilisi, bu yöntemin bazı sınırlamaları olduğunu belirtti. “Tek bir telefon konuşması tüm istihbarat resmini vermez. Bu, ancak farklı kaynak ve yöntemlerle desteklendiğinde anlamlı hale gelir,” dedi.
ABD Ulusal İstihbarat Direktörlüğü Ofisi, söz konusu istihbarat sinyalinin kamuoyuna yansımasının ardından resmi bir açıklama yapmazken, kıdemli bir yetkili gazeteye yaptığı yorumda, İranlıların değerlendirmesinin “yanlış” olduğunu savundu.
ABD Başkanı Donald Trump, saldırıların ardından yaptığı açıklamada İran’ın nükleer kapasitesinin “yerle bir edildiğini” söylemişti. Ancak bu iddiaya ilk günden itibaren hem uluslararası gözlemcilerden hem de ABD içindeki bazı medya kuruluşlarından itiraz gelmişti.
Başta CNN olmak üzere pek çok medya organı, saldırıların ardından ele geçirilen ön istihbarat raporlarına dayanarak, İran’ın nükleer programına verilen zararın “temel bileşenleri yok etmediğini” ve sadece “birkaç ay geciktirmiş olabileceğini” yazmıştı. Bu değerlendirmeler, Trump yönetiminin açıklamalarıyla çeliştiği için Beyaz Saray cephesinde büyük tepkiye neden olmuş, hatta Federal Soruşturma Bürosu (FBI) tarafından bilgi sızdırma şüphesiyle soruşturma başlatılmıştı.
13 Haziran’da İsrail tarafından başlatılan İran’a yönelik askeri operasyonlara, ABD de 22 Haziran’da doğrudan katıldı. İran’ın nükleer enerji programında önemli rol oynayan üç tesise – Fordo, İsfahan ve Natanz – B-2 tipi gizli bombardıman uçaklarıyla saldırılar düzenlendi. ABD yönetimi bu operasyonların İran’ın uranyum zenginleştirme kapasitesine “ağır darbe” vurduğunu ileri sürdü.
Ancak İran resmi makamları ilk günden itibaren saldırıların “göründüğü kadar etkili olmadığını” dile getirmiş, bazı nükleer uzmanlar da Tahran’ın bu tesislerdeki kritik altyapıyı hızla yeniden inşa edebileceğine dikkat çekmişti.
Söz konusu sinyal istihbaratının ele geçirilmesi, ABD-İran hattındaki tansiyonu bir kez daha yükseltti. İran tarafı henüz bu konudaki iddialara resmi bir yanıt vermese de, dışişleri yetkilileri geçtiğimiz hafta boyunca saldırıların “uluslararası hukuka aykırı ve provokatif” olduğunu vurgulayan açıklamalarda bulunmuştu.
Bölgedeki istikrarsızlık, Körfez ülkelerinde güvenlik endişelerini artırırken, nükleer anlaşma (JCPOA) taraflarının da süreci yeniden masaya taşıma girişimleri sonuçsuz kalmış durumda. ABD’nin Trump döneminde anlaşmadan çekilmesinin ardından İran nükleer faaliyetlerini artırmış, son olarak %90’a yakın oranda uranyum zenginleştirdiğini duyurmuştu.
Uzmanlara göre, İranlı yetkililerin kendi aralarında yaptığı bu görüşmelerin ele geçirilmiş olması, ABD istihbaratının hala İran içinde önemli erişim kanallarına sahip olduğunu gösteriyor. Ancak bu tür iletişimlerin bağlamdan yoksun olabileceği, yorumlanmasının her zaman kolay olmadığı da vurgulanıyor.
Öte yandan, bu tür sızıntılar ABD içinde de tartışmalara yol açıyor. Trump yönetiminin saldırıları “başarı öyküsü” olarak lanse etmek istemesiyle, bağımsız istihbarat değerlendirmeleri arasındaki fark, medyaya baskı ve kamuoyunun bilgi alma hakkı konusunda endişeleri artırıyor.
ABD’nin İran’a yönelik nükleer saldırıları, görünürde büyük bir başarı olarak sunulsa da ele geçen istihbarat ve sahadaki raporlar, bu operasyonların sanıldığı kadar etkili olmadığını ortaya koyuyor. Bu durum, sadece ABD iç politikasında değil, Orta Doğu’daki dengelerde de önemli kırılmalara yol açabilir.
İstihbarat savaşlarının ve propaganda mücadelesinin giderek kızıştığı bu süreçte, gerçek resmin ne olduğunun ortaya çıkması, belki de aylar sürecek diplomatik ve stratejik gelişmelerin sonucunda netleşecek. Ancak şimdilik açık olan tek şey, İran’ın nükleer meselesinin sadece bir askeri tehdit değil, aynı zamanda bir iletişim savaşı arenası haline geldiği.